Abstract:
Dünya nüfusunun hızla artmasına paralel olarak artan besin ihtiyacının karşılanabilmesi amacı ile denizel stokların üzerinde de önemli baskı oluşmuş ve kemikli balıkların stoklarında önemli azalmalar gözlenmiştir. Balıkçılık sektörü devam eden ihtiyacı karşılayabilmek amacı ile alternatif avlara yönlenmektedir. Kafadanbacaklılar avcıları olan kemikli balıkların stoklarının azalmasının da etkisi ile kendi stoklarının arttırma şansı bulmalarından dolayı besin ihtiyacı arayışına çözüm oluşturabilecek bir potansiyel taşımaktadırlar. Kemikli balıkların sömürülmesi esnasında karşılaşılan sorunların tekrar yaşanmaması için sürdürülebilir bir avlama ve balıkçılık yönetiminin gerekliliği yadsınamaz. Bu amaçla, ekonomik önem taşıyan kafadanbacaklı türlerinin biyolojik özelliklerinin ve stoklarının sınırlarının belirlenmesi sağlıklı bir balıkçılık yönetiminin gerçekleştirilebilmesi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bir kafadanbacaklı türü olan Sepia officinalis L. 1758, Avrupa ve ülkemiz su ürünleri pazarında önem taşıyan bir canlıdır ve ülkemiz denizlerinde yaygın olarak bulunur. Ayrıca türün biyolojik özellikleri göz önüne alındığında, dağılım gösterdiği bölgelerde gen akışına etki eden faktörlerin belirlenmesi açısından da model olarak değerlendirilme potansiyeline sahip olduğu görülmektedir. Bu tez çalışması, ülkemiz Akdeniz ve Ege Denizi sahillerinde dağılım gösteren mürekkepbalığı populasyonlarının moleküler biyoloji metodları kullanılarak, çalışma alanındaki genetik varyasyonun araştırılması ve populasyon yapılarının belirlenmesini amacı ile değerlendirilmesi hedeflemiştir.Yirmiiki istasyondan örneklenen toplam 225 bireyde, populasyonların geçmişte ve günümüzdeki populasyon dinamiklerinin karakterize edilmesi amacı ile mtCOI gen bölgesi çalışılmıştır. Ayrıca beş istasyondan temin edilen toplamda 341 bireyde, 5 polimorfik mikrosatelit lokusuna ait verilerle mürekkepbalığı populasyonları arasındaki genetik ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır.Gerçekleştirilen bilgisayar analizleri sonucunda mtCOI gen bölgesinin değerlendirilmesi ile çalışma alanında ikisi Ege Denizi kaynaklı, diğer ikisi ise Akdeniz kaynaklı 4 farklı haplotip grubu belirlenmiştir. Örnekleme bölgeleri arasında gözlenen genetik farklılaşma miktarları incelendiğinde tüm çalışma alanın içerisinde gen akışını baskılayan dört yarı geçirgen bariyer bölgesinin varlığı ortaya konulmuştur. Bunlardan ilk ikisi Marmaris ? Finike bölgeleri arasında konumlanmıştır. Deniz zemininin ani derinleşmesi sonucunda oluşan bu bariyer bölgeleri Akdeniz ve Ege Denizi'nde bulunan türe ait haplotip gruplarının birbirinden izole olmasına neden olduğu görülmektedir. Bir diğer bariyer bölgesi de Taşucu örnekleme bölgesinde belirlenmiştir. Mersin Körfezi ve İskenderun Körfezi'nin sığ kesimlerinin tür için daha uygun bir yaşam bölgesi oluşturması ve batıya gidildikçe ani derinleşmelerin söz konusu olması, belirlenen biyolojik bariyerin oluşmasına etki eden faktörlerdir. Bariyer etkisi ile Mersin Körfezi ve İskenderun Körfezi'nin oluşturduğu alan tüm diğer bölgelerden belirgin bir şekilde farklılık göstermektedir. Çalışma sonucunda belirlenmiş olan son bariyer bölgesi ise İzmir Körfezi'ni diğer bölgelerden ayırmaktadır.Türe özgü beş polimorfik mikrosatelit bölgesinin değerlendirilmesi sonucunda da Akdeniz ve Ege Denizi'nin genetik olarak birbirinden ayrıldığı gözlenmiştir. Ayrıca çalışma alanında dağılım gösteren 3 farklı mürekkepbalığı populasyonu tespit edilmiştir. Bunlardan ilki Akdeniz de bulunan Mersin Körfezi ve Antalya Körfezi'nden örneklenen bireylerin oluşturduğu populasyon, ikincisi Marmaris ve Seferihisar bölgelerinden örneklenen bireylerin oluşturduğu populasyon ve üçüncüsü ise Doğu Ege Denizi'nde bulunan Enez bölgesinden toplanan bireylerin oluşturduğu populasyondur.Çalışmamız sonunda mürekkepbalığı türünün populasyon yapılanmasının, türün değerlendirildiği önceki çalışmalarda bildirilenin tersine mesafeye bağlı genetik farklılaşmadan kaynaklanmadığı ancak derinlik etkisi altında şekillendiği tespit edilmiştir. Belirlenen dört filogrubun demografik geçmişi incelendiğinde, filogrupların son buzul çağı sonrasında ortam koşullarının düzelmesi ile genişlediği belirlenmiştir.