Özet:
Felsefe, yapısı gereği pek çok farklı çalışma alanı, bilim ve hatta etkinlikle ilişkilidir. Kuşkusuz ki bu alanlardan biri edebiyattır. Edebiyat, zaman zaman naif bir tavırla felsefenin alanına sızmakla suçlanabilir. Aynı zamanda pek çok filozofun, felsefi bir düşünceyi edebi bir tarz kullanarak aktardığını da belirtmek gerekir. Albert Camus, J.P.Sartre gibi filozoflar, bu bakımdan örnek verilebilecek yazarlardan ilk akla gelenlerdir. Fakat bu, her edebi eserin felsefi bir nitelik taşıdığı ya da her felsefi düşünüşün edebi bir dille aktarılabileceği anlamına gelmez. Filozof varlık, ahlak, yaşam, Tanrı gibi meselelerde felsefi temellendirmelere ve tutarlı bir düşünme biçimine ihtiyaç duyarken, edebiyatçı aynı meseleleri edebi bir dille ve deyim yerindeyse cazip bir biçimle anlatabilmektedir. İşte bu noktada, hem felsefi tutarlılık ve hem de edebi bir tavır sahibi olan iki filozoftan bahsetmek yerinde olacaktır: Nietzsche ve Levinas. Bu iki filozofun yaşam uğraşı, etik ve ahlak anlayışları şuna benzetilebilir: Eğer felsefeye bir yol ise Nietzsche ve Levinas'ın düşünceleri, o yolda ortaya çıkan çatal gibidir. Nietzsche hayatı olumlayan, "ben"i düşünen ve bu düşüncenin önceliğini inkar etmeyen bir etik görüşünü dile getiriyor ve öneriyorken, Levinas bir "başkası"nın varlığının zorunluluğuyla ancak bir "ben"den söz eden ahlak görüşünü önermekte ve hatta bunun bir tercih değil bir zorunluluk olduğunu ifade etmektedir. Bu bakımdan "yaşama" edimi iki filozofta bambaşka bir biçim almaktadır. Levinas'a göre, yaşama ediminde insan durağan, mağdur, sakindir ve ancak "başkası"nın varlığından dolayı "ben" bu durumda olursa etik söz konusudur. Nietzsche'ye göre yaşama ediminde insan aksine hareketli, kıpır kıpır, güçlü bir görünümdedir. Levinas'ta bir "ben"den söz etmek ancak "başkası"nın huzursuz ediciliğinin var olmasıyla olanaklıdır. Nietzsche ise kendi deyimiyle bütün ahlak görüşlerinin, sözde "başkası"nı düşünme önceliğinde saklı sahtekarlığa şiddetle karşı çıkmıştır. Bundan yola çıkarak bu çalışmada Nietzsche etiğini ve Levinas'ın ahlak felsefesini, Sabahattin Âli'nin "İçimizdeki Şeytan" örneğiyle incelenecek, karşılaştırılacak ve hangisinin yaşamda ne tür ve nasıl bir olanak alanı yarattığı gösterilmeye çalışılacaktır. Bu bağlamda ve dolayısıyla, bu çalışmanın bir diğer tezi, adı geçen yapıtın bu tür bir felsefi analize uygun olduğunu temellendirmektir.