Abstract:
Doğurganlığı koruma teknikleri, kanser gibi yıkıcı kemoterapi ve radyoterapi uygulamaları içeren hastalıkların tedavisi sonrasında, kısırlık ve hormonal yetmezliklerle başetmede önemli bir seçenektir. Üremeye yardımcı tekniklerin kullanıma sunduğu embriyo, oosit ve ovaryum kriyoprezervasyonu, kadın hastaların ovaryum rezervlerinin ve doğurganlıklarının, bu tedaviler öncesinde korunması için bir kolaylık sağlamaktadır. Ancak, bekâr ve pre-pubertal hastalarda kendisini en fazla kanıtlamış yöntem olan embriyo kriyoprezervasyonu seçeneği uygun değildir. Kanser tanısı sebebiyle bir an önce tedavi planına başlanması gereken hastalar için oosit toplama süreci zaman kaybına neden olmaktadır. Hormon uyarısıyla tümör dokusunu indükleme riskinin olduğu durumlarda (örneğin östrojen reseptörü pozitif olan meme kanseri olguları) ovaryum dokusu kriyoprezervasyonu tek seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır ve günümüzde bildirilmiş 60 kadar gebelik olgusu mevcuttur. Primordiyal folikülden primer foliküle geçişte, kontrollü aktive edici ve baskılayıcı rol oynayarak folikül havuzunun korunmasında rol alan sinyal yolakları birbirinden bağımsız ancak dengeli bir şekilde çalışmalıdır. Baskılayıcı ve aktivatör genlerin dengeli çalışmadığı durumlarda, klinikte prematür ovaryan yetmezlik olarak bilinen, foliküllerin kitlesel aktivasyonu ile folikül havuzunun yarısından fazlasının hatta daha büyük kısmının erkenden tükenmesine sebep olmaktadır. Bununla bağlantılı olarak, ovaryum kriyoprezervasyonu ve transplantasyonu sonrasında geciken anjiyogenez ve oluşan hipoksi ovaryumda primordiyal folikülden primer foliküle geçişte görev alan intrensek mekanizmaları bozuyor olabilir. Ovaryum doku kriyoprezervasyonu ve transplantasyonu sonrasında meydana gelen folikül kaybının nedenleri arasında foliküllerin büyümelerinin baskılanma mekanizmasının bozulmuş olabileceğini araştırdığımız bu çalışmada pTEN, Tsc1, p27 ve AMH moleküllerinin ekspresyonlarını değerlendirdik. Bulgularımız, literatüre benzer şekilde dondurulup çözme ve transplantasyon sonrasında ovaryumda primordiyal folikül havuzunun azaldığını gösterdi. pTEN, Tsc1, p27 ve AMH moleküllerinin ekspresyonlarını değerlendirdiğimizde K grubu ile DÇ grubunda bir fark gözlenmezken, T ve DÇT gruplarında bu moleküllerin pTEN, Tsc1 ve p27 ekspresyonlarının primordiyal foliküllerde, AMH ekspresyonunun ise büyüyen foliküllerde neredeyse tamamen ortadan kalktığı gözlendi. Ovaryum kriyoprezervasyonu ve transplantasyonu sonrasında, primordiyal folikülden primer foliküle geçişte rol oynayan baskılayıcı moleküllerin ekspresyonlarını araştırdığımız bu çalışma ile literatürde ilk kez bu konuyu değerlendirmiş oluyoruz. Sonuçlarımız, ovaryum doku kriyoprezervasyonu ve transplantasyonu sonrasında primordiyal folikül kaybı ile ilişkili sürece yeni bir yaklaşım sunmaktadır ve primordiyal folikülden primer foliküle geçişte fren mekanizmasının adeta bozulduğunu işaret etmektedir. Primordiyal folikülden primer foliküle geçişte rol oynayan aktivatörler ve baskılayıcıların bu süreçte fonksiyonel değerlendirmelerini yaptığımız yeni çalışmalar ovaryum kriyoprezervasyonu ve transplantasyonu ile ilişkili süreçleri daha da aydınlatabilecektir.