Özet:
19. yüzyıla kadar bilim felsefenin çatısı altında bütünlüklü bir yapıya sahipti. Ancak 19. yüzyıldan sonra bilimsel dünyada yaşanan çözülme, düşüncenin de çözülmesine neden oldu. Artık tüm verileri birleştirip ortaya bir anlam koymanın imkansızlaştığı günümüzde, Baudrillard simülasyon kuramı ile hipergerçek dünyayı tanımlamayı başardı. Gerçekten de 1929 dünya ekonomik krizi ile var olan kapitalist sistemin çıkmaza girmesi hipergerçekliğin yolunu açan önemli bir olaydı. Çünkü bu olayla kapitalizm, çıkmazdan kurtulmanın yolu olarak gördüğü, "sorgusuzca tüketim olgusunu" sistemin merkezine koyunca artık her şey (gelenekler, inançlar, kültürler, değerler, doğa hatta insanlar) tüketmek için bir metaya dönüştü. Bundan sonra yaşananlar sistemin devamlılığını sağlamak için oluşturulan kurgulardan ibaret hale gelmeye başladı. Bu kurgulanan yeni dünya kitle iletişim araçları ve kullanılan retorik sayesinde oldukça etkili ve dönüştürücü bir güçle tüm gerçeğin yok olmasına neden oldu. Göstergeler, sistemin, daha fazla kar arzusunun sonucunda nesnesinden uzaklaşarak bir simülakra dönüştü. Böylece binlerce yıllık hafızasında kültürel kodlar üreterek toplum olabilmeyi başaran insan, birlikte anlam yüklediği göstergelerini kaybetti. Sonuçta toplumda eleştirel yeteneğini kaybederek sesiz ve umursamaz bir kitleye dönüştü. Artık kurgu ve gerçeğin arasındaki sınırın buharlaştığı bir hipergerçek bir dünyadayız. Bu dünya, enformasyon ve kitle iletişim araçları tarafından sürekli inşa edilen bir dünyadır. Bu dünya insanın özgürlük arzusunun bir paradoksa dönüşerek yine insanı esaret altına alan simülasyon evrenidir. Sistem kendi devamlılığı için önüne geçen her türlü değeri bir metaya dönüştürürken insan da konforu ve sözde özgürlüğü için olan biten her şeye sessiz kalmakta hatta ortak olmaktadır. Bu tez tüm değişimin ve dönüşümün nedenlerini anlamak ve açıklanmasına katkıda bulunmak için hazırlanmıştır.