Özet:
Ekonomik bütünleşme amacıyla yolan çıkan Avrupa ülkelerinin söz konusu amaca ulaşmasıyla birlikte Avrupa Birliği'nin (AB) gündemine bu kez siyasi entegrasyon hedefi eklenmiştir. Siyasi entegrasyon amacına uygun biçimde oluşturulan özgürlük, güvenlik ve adalet alanı dış sınırların korunması için uygulanacak politikalarda da belirleyici olmuştur. Her genişleme süreciyle değişen sınırlar, ülkeler arasındaki refah farklılıkları ve dünyanın farklı coğrafyalarında devam eden çatışmalara paralel olarak Birlik topraklarına doğru gerçekleşecek düzensiz göç hareketlerinde yaşanması öngörülen artış endişeyle karşılanmıştır. Süreç içinde yaşanan tüm bu gelişmelerle birlikte AB dış sınırların korunması ve entegre bir şekilde yönetilmesinin önemini kabul ederek operasyonel bir yapı oluşturma girişimlerine başlamıştır. Başlatılan girişim sonucunda Birliğin kara, hava ve deniz sınırlarının entegre yönetimi ve güvenliğinden sorumlu ajansı Frontex kurulmuştur. Birlik topraklarına doğru gerçekleşen göç hareketlerinin sayısındaki artışla birlikte Frontex tüzüğünde yapılan her değişiklik ajansın hem görev alanını hem de yetkisini genişletmiştir. 2015 yılında Avrupa topraklarına doğru gerçekleşen yoğun göç hareketlerinin Birlik genelinde bir kriz şeklinde tezahür etmesine paralel şekilde atılan adımlar, Birliğin ortak göç politikasındaki başarısızlığı da gün yüzüne çıkarmıştır. Dublin Sistemi'nin çökmesi ve sınır bölgelerinde yer alan ülkelerin sorumluluğu tek başına üstlenmesi bir dizi gerilimle sonuçlanmış, göçü dışsallaştıran yeni politika önerileri de bir adım öteye taşınmıştır. Bu bağlamda Birliğin göçü dışsallaştırma stratejisinin önemli bileşenlerinden biri olan Frontex tarafından geri itme, toplu sınır dışı etme ve sığınmacıların güvenli olmayan üçüncü ülkelere gönderilmesi gibi yöntemlerin benimsenmesi uluslararası hukuktan doğan sorumlulukların ihlal edilmesiyle sonuçlanmıştır. Uluslararası hukukun ihlaliyle birlikte devletlerin kurtarma sorumluluklarından kaçtığına dair pek çok kanıt sunulmasına karşın Frontex'in bir yaptırımla karşılaşmamasına, yaşanan bir hak ihlali durumunda kimin sorumlu tutulacağına dair yetki karmaşasının sebep olduğu düşünülmektedir.