Abstract:
İslâm düşüncesinde içtimâî, kültürel, siyâsî ve dinî alanlardaki mesele ve ihtilafların odak noktalarından biri olan din ve felsefe ya da vahiy ile akıl arasındaki ilişki, her dönemde gündeme gelen ve tartışılan önemli mevzulardan biridir. Bu konuyla alakalı çalışmaların arkaplanı ilk İslâm filozofu Kindî'ye kadar gitmekte olup ondan sonra gelen Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi pek çok filozofa kadar götürülebilir. Söz konusu alana dair yapılan çalışmalar, XX. yüzyıla kadar İslâm düşüncesindeki canlılığını korumuştur. Bu dönemde din-felsefe veya vahiy-akıl arasındaki ilişkiyi çağdaş bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışan düşünürlerden biri de Fazlur Rahman'dır. O, konuya genellikle Müslümanların vahiy algılarıyla ortaya koydukları eylemler çerçevesinde yaklaşmaktadır. Bu yönüyle realist ve pratik bir duruş sergileyen Fazlur Rahman, dini rasyonalist bir perspektifle birlikte değerlendirerek Fârâbî ve İbn Sînâ gibi, İslâm'ın vahiy anlayışını insan nefsinin bilişsel yetkinliğine dayandırır. Ona göre insanın vazifesi, ilahî buyruklar ışığında, yeryüzünde ahlâka dayalı sosyo-politik bir düzen kurmaktır. Vahyin merkezindeki temel misyon da bu emrin gerçekleştirilmesidir. Her türlü İslâmî düşüncenin temelinde Kur'ân, Sünnet, icmâ ve içtihat ilkeleri yer almaktadır. Yani düşünsel aktiviteler, inanç ve aklın, diğer bir deyişle din ve felsefenin bütünlüğüyle ortaya konulmaktadır. Dinin teorik yönü anlamaktan ayrı düşünülemediği gibi; pratik yönü de, aklî melekelere göre bir eylem ortaya koymaktan ayrı düşünülemez. Neticede tüm süreç, aklın işlevini içerir. Tek başına aklı ya da tek başına dini benimseyerek ideal bir hedefe ulaşmak mümkün değildir. Tarihî süreç içerisinde İslâm dünyasının karşı karşıya kaldığı problemlerin ana nedeni, ilâhî mesajın bütüncül bir şekilde anlaşılamamasıdır. Birçok kişi veya fırka mensuplarınca ideolojik amaçlara hizmet eder hale getirilen vahiy öğretisi, zamanla parçalara ayrılarak, vahyin muhataplarını birbirinden uzaklaştırmış ve sonucunda özellikle siyâsî, iktisâdî ve sosyal alanlardaki problemler giderek daha da büyümüştür. Son evrede karşılaşılan manzara ise Müslümanların hâkim olduğu coğrafya birçok anlamda hezimete uğrarken, Batı'nın ilmî keşifler vasıtasıyla otoriteyi devralması olmuştur. Başlangıcında ilmî araştırmalara ve önemli gelişmelere öncülük eden İslâm düşüncesini yeniden canlandırmak ve terakkî göstermek için yapılması gereken şey, gerçekliklerin farkında olarak hür düşünceyi ve ilmî hiçbir veriyi dışlamadan kapsamlı, bütüncül bir Kur'ân ve Sünnet yorumu ortaya koyup çağın problemlerine çare üretmektir. Böylece istenilen ilâhî amaca ulaşmak daha kolay olacaktır.