Abstract:
Ulusal Kurtuluş Savaşı ile temelleri atılan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, tek parti rejimi olarak doğmamıştır. I. T.B.M.M. Hükümeti içerisinde var olan demokratik ve çoğulcu yapı ulusal birliğin sağlanması yönünde gerçekleştirilen radikal reformların korunması adına sürdürülememiş, dış etkilerin endişesiyle de o günkü şartların gereği olarak bir tek parti haline dönüşmüştür. T.C.F. ve S.C.F. ile iki kez çok partili hayata geçiş denenmiş ise de 1930'da S.C.F.'nın kendini feshetmesiyle birlikte 1930-1945 yıllan arası Türkiye Cumhuriyeti tarihine "Tek Parti Dönemi" olarak damgasını vurmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın öncülüğünü yapan asker-sivil aydınlar tarafından ilk amaç, ulusal bilince sahip bir toplum oluşturmak olmuştur. Bu yolda feodal yapıya dayalı yöresel bağlılıkları ulusal bağlılığa dönüştürme çabalarına girişilmiştir. Devrimleri gerçekleştiren bu kadro, Batıdaki gibi güçlü bir burjuva sınıfı ve sermaye birikimi bulamamıştır. Bu nedenle, halk egemenliğine dayalı bir Cumhuriyet yönetiminde, halkın egemenliğinin önünde engel oluşturan, ulusal değerlere karşı yerel değerleri temsil eden toprak ağası, tüccar ve eşrafla milli burjuvazi oluşturmak adına, ittifak kurmak zorunda kalınmıştır. 1930'daki S.C.F. denemesi, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı sonrasında, toplumun iktidardan hoşnutsuzluğunu ortaya koymuştur. Bunun sonucunda, partinin halkın gözündeki saygınlığını arttırmak ve halka inmek yönünde, Halkevleri ve Köy Enstitüleri oluşturulurken, diğer yandan parti-devlet özdeşliği ile halkçılık ve devletçilik ilkelerine dayandırılan rejimin otoriter yapısı içerisinde her türlü özerk alanın ortadan kaldırılmasına çalışılmıştır. Siyasi merkeze karşı yerel değerleri savunmanın bayrağı haline gelen dine karşı, İslami her türlü düşünce ve etkinlikleri kontrol altına alma amacı güdülmüştür. II. Dünya Savaşı döneminde savaşın getirdiği ekonomik sıkıntılar ve fiyat artışı yanında, özellikle dar gelirli halk, işçi sınıfı ve köylülerin aleyhine olan yasal düzenlemeler, bu kesimde tek parti döneminin otoriter yönetimi altında dile getirilemeyen, içten içe bir tepki doğurmuştur. Diğer yanda, eşraf ve şehirdeki tüccar zenginleşerek orta sınıfı oluşturmuştur. Savaş döneminde, bürokrasinin desteğiyle gerçekleştirilmeye çalışılan ulusal kapitalizmin sınırlarına gelinmiştir ve burjuvazi ile toprak ağalan ittifakı dünya pazarıyla bütünleşerek kapitalist deneyi sürdürmeye hazırlanmıştır.Totaliter rejimlerin savaş sonrası dünyada var olamayacağını ortaya koyan Atlantik Beyannamesi ile temelleri atılan yeni dünya düzeninde, Sovyetler Birliği'nin oluşturduğu dış tehdide karşı bir güvence arayan Türkiye'nin, totaliter bir görüntü sergilediği tek parti rejimiyle yer alamayacağı anlaşılmıştır. Yeni düzenin gerektirdiği şartların, iç koşullan zorlaması sonucu, İnönü'nün iradesiyle çok partili döneme geçilmiştir. CHP içerisinden çıkan, rejimi tehlikeye sokmayacak bir muhalefet partisinin varlığı desteklenmiş, başlangıçta S.C.F. gibi bir denetim partisi olarak değerlendirilmiştir. Ekonomik gücü elinde bulunduran burjuvazi ve toprak ağaları ittifakı bir muhalefet partisi olarak bürokrasinin karşısına geçerken, CHP tarafından çizilen sınırlar içinde varlık gösterebileceğini de göz ardı etmemiştir. DP, doğal olarak temsil ettiği sınıfların desteğini alırken, tek parti yönetimi döneminde kendini ekonomik ve dini baskı altında hisseden köylü, işçi ve düşük gelirli halkı da kendine çekebilmiştir. II. Dünya Savaşı sonlarına gelindiğinde İnönü, Cumhuriyetin kuruluşundan beri başarılamayan, tabandan başlatılacak bir devrimi, köy enstitüleri ve toprak reformu ile, egemen güçlere karşı gerçekleştirmeye çalışmış, meclis içinde bu sınıfların temsilcilerinin muhalefeti ile karşılaşmıştır. CHP tarafından halkın desteğini sağlamak üzere başta laiklik olmak üzere bazı ödünler verilmişse de, 1950 seçimlerinde sağlanan yasal güvence ile, ekonomik gücü elinde bulunduran DP iktidara geçmiştir. Çok partili döneme geçiş, tek partili sistemin kendine özgü kurumları ve anti demokratik yasaları kaldırılmadan gerçekleştirildiğinden Türkiye'de demokrasi sağlam bir zemin üzerine kurulamamıştır. Bu durum, Türkiye'de demokrasinin kökleşmesinde büyük sancılar yaratacak, DP de milli iradeye dayandırdığı siyasal gücünü, CHP'ne bağlı kalan bürokrasiye karşı kullanmaktan geri kalmayacaktır.